ve hava da böyle rüzgârlı olmayacaktı.
kulaklarımızda nağmeleri yaşlı kadının bir bir azalırken
yerini arsız ayak seslerimiz alacaktı.
loş meydanda durup birer sigara yakacaktık ve
eski kulenin yelkovanı bir tık daha atacaktı.
titrek ışığında lâmbaların boş caddeye bakarken
yorgun gözlerimizden umut okunacaktı.
"şimdi nereye," diye soracaktın bana, aldırmaz görünerek.
yüzüne o eski, bildik gülümseme dolacaktı.
köhne şehir oteline doğru ağır ağır yürürken
elim ürkek bir densizlikle elini bulacaktı.
ikimiz de buruktuk, kırıktık; hırpalanmış, yalnız ruhlar.
ihtimal ki ilkin biraz bocalayacaklar.
ama gün o gündü, yer o yer ve mevsim; sonbahar...
hüznüm gecenin karanlığında kaybolacaktı.
,
ince bir yağmur yağacaktı gün ışıdıktan az sonra.
erkenci taşra şehrini bir telaş alacaktı.
bense sakin, kaygısız, buğulu camın ardında
gözüm yastıkta parıldayan saçlarına dalacaktı.
öğle vakti gerisin geri dönecektik aynı yoldan
ve bekleme salonunda kesik bir zil çalacaktı.
son bir kez baktığımızda kompartımanlı vagondan
bizi beyaz, paslı bir tabela uğurlayacaktı.
;
işte şu an tam da önündeyim onun, saatlerdir buradayım.
"tren gecikecekmiş" diyorlar ve meyhane de kapalı.
üşüyorum, düşüyorum, her yerden uzaktayım.
demek, o son kavuşma bugüne kalacaktı...
.
gün geceye kavuşurken çıkacaktık istasyon meyhanesinden
ve hava da böyle rüzgârlı olmayacaktı...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder