“Ben çıkıyorum Tahir Abi, sana iyi yıllar,” diye
seslendi ona elini sallayarak.
Gözlüklerini alnının üzerine kaldırıp cama doğru yaklaştı yaşlı adam
ve aynı şekilde el sallayarak karşılık verdi ona. Sonra yeniden önündeki
işe döndü ve sağ eliyle hızlı bir tur attırdı makineye. İnip kalkan
iğnenin sesi duyuldu bir kez daha.
Işıkları kapatmak için sigorta panosuna doğru seğirtiyordu
ki, birden durdu. İşte -bir kez daha- tam çıkmak üzereyken aklına
gelmişti. Geri dönüp, küçük masanın gerisindeki sandalyeye oturdu.
Ceket cebindeki telefonunu çıkardı. Parmakları tuşlara yavaş ve tereddütlü
gitti. Açılmasını bekledi. Karşıdaki üçüncü çalışta açtı her zamanki gibi.
“Efendim?”
“...”
“Metin??”
“Nasılsın?”
“İyiyim. Sen?”
“Fena değil. Ne yapıyorsun?”
“Evdeyim. Yemek hazırlıyorum.”
Tam ‘ne pişiriyorsun,’ diye soracaktı ki vazgeçti.
“Sen nerdesin, dükkânda mı?”
“Evet. Kapatmak üzereydim, ‘bir arayayım,’ dedim.”
“Geç olmadı mı, çıksana artık. Yoğun galiba işler?”
Cevap vermedi önce, sonra yarım yamalak bir "eh işte," çıktı ağzından
ama belli ki işitmedi karşıdaki.
“İç giyim reyonunu kaldırmışsın. Yalnız çorap rafları
kalmış, diye duydum.”
“Doğru duymuşsun. Satılmıyordu."
Tepki gelmeyince açıklama yapmak zorunda hissetti kendini.
"Kimse don veya sutyen almıyor benden, sen varken
gidiyordu onlar.”
“Sana "gidiş iyi değil," demiştim ama.
Bir an önce kapatıp başının çaresine bakman gerekiyordu. Beni dinleseydin
keşke.”
“Haklısın. Tabii sen de bu uyarıları dükkânı
açmadan önce yapsaydın keşke. Akmasa damlayacaktı, hatırlıyor musun?”
“Metin; yine aynı şeylere başlama! Bunu defalarca
tartıştık. Sen işte oluyordun ve ben sıkıntıdan patlıyordum evde.
Hem hani küçük boyutta deneyecektik? İşinden ayrılıp bütün hayatımızı o
dükkâna bağlayacağını nerden bilebilirdim?”
“Doğru. Bütün gün beraber olunca
benden sıkılacağını da bilemezdin ayrıca.”
“Saptırıyorsun yine. Öyle olmadığını biliyorsun. Bal
gibi biliyorsun gerçek nedeni.”
“Gerekçeni biliyorum, evet.”
“Metin! Artık kabul et. Biz ayrıldık ve bütün bunlar
geçmişte kaldı. Deşmeyelim daha fazla olur mu? Hem
galiba yine içkilisin sen.”
“İlgisi yok, altı aydır tek yudum almadım.”
“Hayatından gitmem bir işe yaramış yani.” Güldü.
“Pekâlâ Duygu. Dediğin doğru, bırakalım bu
konuları. Bugün yılbaşı. Ne yapıyorsun akşam?”
“Dedim ya, yemek hazırlıyorum. Bir arkadaşım gelecek.”
“Kim?”
“Tanımazsın.”
“Bütün kız arkadaşlarını tanırım. Hangisi?”
“Kız değil.”
Biraz gecikmeli de olsa, yemeğe beklenen kişi hakkında bir fikir edinmiş
oldu Metin böylece.
“Ben,” dedi. “belki Nazlı'nın sesini duyarım,
diye aramıştım aslında.”
“Nazlı annemlerde. Bu gece onlarda kalacak.”
“Anlıyorum.” Durdu. Uzun bir nefes çekti içine ve
bıraktı sonra. “Tamam. Haftaya üçüncü yaş günü, onu o zaman görürüm artık.”
Duygu cevap vermedi. Bu da iyiye alâmet bir suskunluk gibi görünmedi Metin’e
ama yapacak bir şey yoktu.
“Pekâlâ, kapatıyorum şimdi. İyi yıllar sana.”
“Sana da,” dedi Duygu, güçlükle duyulabilecek bir
sesle.
Kapıyı açıp, arabaya bindi. Tam kontağı çalıştırırken gözü yan koltuktaki koliye takıldı. Bir hafta önce yeni serî külotlu çorapların numunelerini göndermişti dağıtıcı firma ve siparişi yılbaşına yetiştirebilmek için gidip kendisi teslim almıştı kargodan. Ne var ki sipariş vermek bir yana, dükkâna taşıma gereği bile duymamıştı mukavva kutuyu, içine şöyle bir bakıp yan koltuğa bırakmıştı öylece. İki eliyle kaldırıp arkaya fırlattı onu, “isterlerse iade ederim,” diye geçirdi içinden.
Yoğun trafikte cadde boyunca ilerliyordu. On dakika sonra eve varacak, köşedeki yedi/yirmi dört büfeden köfte söyleyecek ve -muhtemelen- yeni yıla bile giremeden uyumuş olacaktı. Yollar evlerine gitmekte olan diğerleriyle ve yılbaşını sokakta karşılamaya hazırlananlarla doluydu. Bir süre sonra caddenin kalabalık bölümü geride kaldı, etraf nispeten tenhalaştı. Tam vitesi üçe atmaya hazırlanıyordu ki, birden ışıkları gördü!... Yarı karanlık kaldırım siluetinin içinde tam bir renk tayfı şeklinde parlıyorlardı. Hemen ardından neon tabelaya ilişti gözü: ‘MAJESTİK MÜZİKHOL’. Dışarıdan bakınca ‘ismiyle müsemma,’ diye tanımlanması güçtü mekânın ama ‘şahane’ bir yılbaşı için fazla seçeneği olduğu söylenemezdi Metin'in. Sağ sinyalini yakarak yavaşladı.
İçerisi hayli loştu, adeta karanlıktı. Duvarlarda renkli ışıklar veren lâmbalardan vardı bolca ama ilk anda yüzleri seçmek olanaksızdı yine de. Kapıda durup bekledi, etrafı tanımaya çalıştı. Nerdeyse bütün masalar boş gibiydi. Barda gençten bir delikanlı ve hayli olgunca bir kadın, oldukça sıkı fıkı bir halde, adeta fısıldaşır gibi çene çalıyorlardı. Cama yakın masalardan birinde ellili yaşlarda iki adam ve karşılarında iki genç kız oturuyordu. Adamlardan bıyıklı olanı diğerlerine el hareketleri eşliğinde bir şeyler anlatıyor, sonra dördü birlikte kahkahalarla gülüyorlardı. İçeride genel bir eşleşme sorunu olduğu izlenimine kapıldı, hemen her yerde olduğu gibi yani. Sonra en uzaktaki masaya takıldı bakışları. Biri epey şişmanca, diğeri ise tam tMetine zayıf, hatta sıska görünen iki kız oturmuş, öylece kapıya, kendisine doğru bakıyorlardı. Susadığını hissetti.
Biraz daha ilerleyip, ortadaki bistro masalarından birinin yanında durdu. Sırtı kapıya dönük olarak yüksek tabureye oturdu. Garson etrafta görünmüyordu. Biraz daha dikkat kesilerek barın gerisine doğru bakındı. Yirmi yaşlarında esmer bir çocuk lavaboda bir şeyler yıkamakla meşguldü. Beklemeye başladı. Henüz birkaç dakika geçmişti ki, uzaktaki masada oturan kızlardan zayıf olanı ayağa kalkıp ona doğru yürüdü. Gelip tam karşısında durdu. Yirmilerinin sonunda görünüyordu. Boyu, kısanın biraz üzerindeydi. Eteğinin üzerine omuzlarını açıkta bırakan ince bir bluz giymişti. Belirgin köprücük kemikleri çelimsiz görünümüne tuhaf bir çekicilik katıyordu. Kulak hizasının biraz altındaki saçları siyaha yakındı ve esmer, hoş bir yüzü vardı. Metin'i kısa süreliğine süzdükten sonra, soğuk bir ses tonuyla sordu.
“Ne içersin?”
Oturduğu tabureden ayağa kalkar gibi doğruldu Metin.
“Siparişi sana mı veriyorum?”
Kızın yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi.
“Sen bana söyle, ben benimkini de ekleyip iletirim. Oturmamın sakıncası yoksa yani.”
“Yok tabii ki..." Düşündü. Karar vermeye çalışır gibiydi. "O zaman, ne içeyim ben..." Yine duraksadı ama öncekinden farklı bir nedenle bu kez. "Hah! Soda bana.”
Gülümsemesi yerini şaşkınlığa bırakır gibi oldu kızın.
“Ciddi misin? Bira içseydin hiç olmazsa.”
Başını hafifçe iki yana salladı Metin.
“Alkolle pek aram yok bu ara, kusura bakma.”
“Sen bilirsin,” dedi kız, “nasıl istersen.” Barın arkasındaki çocuğa seslendi. “Sedat, buraya bir soda, bir de duble viski…”
Çocuk ‘tamam,’ anlamında başını salladı. Kız, adeta tünercesine Metin’in hemen yanındaki tabureye oturdu.
“Burcu ben,” dedi, önceye oranla daha nazik bir ifadeyle. “Sen kimsin?”
“Metin.”
"Memnun oldum Metin." Elini uzattı.
"Ben de."
Neredeyse yalnızca parmak uçları değdi birbirine el sıkışırlarken ve pek bir şey ifade etmedi bu Metin'e. Burcu, cüzdana benzeyen deri kaplı tabakasından ince bir sigara çıkarıp yaktı.
“Daha önce hiç görmedim seni burda.”
“Hiç gelmedim çünkü.”
“Peki şimdi ne arıyorsun? Hem de böyle bir günde üstelik?”
İlk anda bir şey diyemedi Metin, bocalayacak gibi oldu. Bildik yanıtı vermenin en iyi seçenek olduğunu düşündü sonra.
“Bir şey aramıyordum aslında," dedi, "gidecek daha iyi bir yerim yoktu sadece.”
Kız gülümsedi yeniden. Bir süre hiç konuşmadan durdular. Suskunluk uzayınca Burcu hafiften sıkılır gibi oldu. Barmen siparişleri masaya koyarken, elindeki eski demir parayla oynamaya başladı. Metin'in daha önce hiç görmediği türden garip bir numarası vardı kızın. Parayı masanın üzerinde dik olarak tutup, âni bir parmak hareketiyle kendi etrafında döndürmeye başlıyor ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünen, kusursuz turlar attırıyordu. Sevimli göründü Metin’e bu ve öylece izlemeyi sürdürdü onu. Sonra kız birden durup viski bardağına uzandı.
“Buraya içelim mi o zaman,” dedi. “Yeni yılda daha çok gelirsin belki.”
Yavaşça tokuşturdular bardakları.
“Bir şey aramadığına emin misin,” diye tekrar sordu kız.
“Ne bulabilirim ki,” diye yanıt verdi Metin, harikulâde köprücük kemiklerine bakarak onun.
Burcu iyice yaklaştırdı tabureyi Metin’e ve sokuldu kulağının dibine.
“Bak,” dedi,“bugün yılbaşı, işler kırık. Şanslısın yani, damping yaptım. İstiyorsan söyle hemen, daha fazla oyalanmayalım.”
Metin için beklemediği kadar erken bir geçiş olmuştu bu, zaman kazanmaya çalıştı.
“Yani?”
“Yani, sana saati yüz elliye olur. Otele gideceksek ucuz yer de ayarlarım.”
Bu ıssız barda bulabileceği tek şey ve karşılığında ne vereceği netleşmişti böylece ama maliyet biraz yüksek gelmişti Metin'e. İç çamaşırı sektörünün aksine, satışlardaki durgunluğu fiyatlara yansıtmıyor gibiydi kız pek. "Vücuda yaklaştıkça fiyat esnekliği azalıyor demek ki," diye düşündü Metin.
“Evim var," dedi. "Ama rakam pek indirimli görünmedi bana. Fazla değil mi?"
“Yok, değil. Masanın hesabı ve geri dönüş taksi parası da içinde. Artı mekânın payını da sayarsan, bana elli ya kalır, ya kalmaz.”
“Öyle mi, bunları bilmiyordum bak. Dönüşte bırakırım istersen.”
“Gerekmez." Durdu. "Ve bir saati geçmem, ona göre. Yılbaşına Aysu'yla girmek istiyorum.” Uzak masadaki şişman kızı gösteriyordu eliyle. Sonra gözlerini Metin'inkilere dikti. “Evet, ne diyorsun?”
Kısa bir süre düşündü, kızın koyu siyah gözlerine baktı.
“Tamam,” dedi kayıtsız bir ifadeyle.
Burcu, masadaki çocuğa bir baş işareti yaptı ve elini -Metin'e yol gösterir gibi- öne doğru uzattı hafifçe.
“Kalkalım öyleyse.”
On dakika sonra evdeydiler...
Müthiş bir kapışmaydı. Son yılların en iyisiydi, tüm zamanlarda ise rahatlıkla ilk beşe girerdi Metin’in sicilinde. Kız banyoda silinirken, giyindi ve su içmek üzere mutfağa yöneldi. Kafası karışıktı. Arka cebinden telefonunu çıkardı, 'gelen mesaj var mı,' diye baktı. Yoktu. Salona geçip televizyonu açtı. Banttan yayınlanan yılbaşı programlarından birine rastladı kanalda. Banttan şarkılara banttan göbekler. Bütün gözler gülüyordu ya da gülebilen bütün gözler oradaydı belki de. Onlara da birer bant çekmek gerektiğini düşündü Metin istemsizce. Gözü altyazıyla geçen milli piyango rakamlarına ilişti bu sırada. Amorti 1'e çıkmıştı. Bilet almasa bile dikkat ederdi amortinin hangi rakama çıktığına, en küçük ikramiye hep ilgisini çekmişti bugüne dek. “Asıl sorun bu olabilir mi acaba,” diye düşündü kendi kendine. Kız salona girdiğinde, içinden bunları geçirerek televizyona bakmaktaydı öylesine.
“Ben gidiyorum,” dedi kız. “Sen iyi misin?”
‘Evet,’ anlamında başını salladı.
“Burcu,” diye seslendi ona zor işitilebilecek bir sesle, “birkaç saat daha kalma şansın yok değil mi?”
“Hayır,” diye yanıtladı kız gülümseyerek. “Söylemiştim sana. Arkadaşım bekliyor.”
“Tamam.”
Cebinden cüzdanını çıkardı. Üç elliliğin yanına bir de yirmilik ekleyip uzattı.
“Taksi paran.”
Yalnızca turuncu renkli olanları aldı kız, diğerini bırakıp avucunu yavaşça kapadı Metin’in. Metin itiraz etmedi ona, “taksiye bindireyim seni,” demekle yetindi doğrulurken.
On dakikadır bekliyorlardı. Poyraz şiddetli esiyordu, soğuktan titremeye başlamıştı dudakları Burcu'nun. Birer sigara yaktılar. Etrafta taksi görünmüyordu. Metin'in birden aklına geldi.
“Bir dakika,” dedi kıza, “bir yere ayrılma.”
Hızlı adımlarla üç-dört araba ilerideki panelvana doğru yürüdü. Kapısını açıp arka koltuktaki kutuya uzandı. Koşarcasına geri geldi. Kutuyu tek elinin üzerine oturtup, diğeriyle kapağını kaldırdı.
“Bunlardan istediğin kadarını alabilirsin.”
Burcu kutunun içine şöyle bir baktı. Çeşitli tip ve renklerdeki çorapları gördü. İlk anda şaşkınlıkla karışık bir parlama belirdi gözlerinde ama sonra hızla değişti bakışları ve kuşku ile korku arası bir ifade yerleşti yüzüne.
“Ne arıyor bunlar sende,” diye sordu tedirgin bir sesle.
Kızın huzursuzluğunun nedenini anlamıştı Metin, gülümsedi yeniden.
“Merak etme,” dedi. “Korkacak bir şey yok. Bu benim işim, çorap satıyorum." Sesli bir kahkaha atıp ekledi. "Örmekten iyidir en azından.”
Kızın yüz ifadesinde değişiklik olmayınca, yaptığı esprinin yeterince iyi olmadığını anladı.
“Hadi al içinden beğendiklerini,” dedi yeniden.
Burcu bakışlarını tekrar kutunun içine çevirdi. Fazla oyalanmadan -sokak lâmbasının ışığında rengi bordo gibi görünen- birini aldı ve hızla kapattı kapağını.
“Bu yeterli.”
“Peki,” dedi Metin, “sen bilirsin.”
Kutuyu yere bıraktı. Ellerini, artık iyiden iyiye titremeye başlayan Burcu'nun ellerine doğru uzattı. Ancak tam o sırada yanlarından geçmekte olan taksiyi fark etti kız ve ellerini hızla sallayarak bağırmaya başladı!
"Hey! Hey!"
Metin’inkiler daha yarı yola varamadan boşta kaldılar. Taksi sert bir fren yapıp az ileride durdu. Burcu taksiye doğru koşarcasına birkaç adım attı. Sonra durdu birden ve geriye dönüp Metin’e baktı. Yaklaşıp yanağından öptü usulca. Sağ elinde ortasından ikiye katladığı külotlu çorap paketiyle araca doğru koşmasını izledi Metin onun.
Yarı aralık dış kapıyı ayağıyla itip, elinde koliyle apartmana girdi. Asansöre binip katın düğmesine bastı. Yukarı çıkarken aynada suratına baktı. İki saat önceki sisli karaltı geri gelmiş gibiydi yüzüne ve bu resim, son iki saatin tatlı bir hayâlden ibaret olduğunu kanıtlamaya yetip de artıyordu fazlasıyla. Ama eve girip, salondaki sehpanın üzerindeki demir parayı görünce emin oldu ki, hayâl değil gerçekti yaşadığı, hem de bir zamanlar hayâlini kurduğu türden bir gerçek...
Saate baktı. On ikiye on vardı. Bir sigara yaktı. Birkaç nefes çektikten sonra söndürdü. Mutfağa yürüyüp küllüğü çöpe döktü, yıkadı ve bankonun üzerine kapattı; Duygu ortalığı kirletmesinden nefret ederdi çünkü. Salona geri döndü. Yerde duran koliyi açıp en kaliteli çoraplardan birini çıkardı içinden. Parlak gri renkli, likralı bir modeldi. "Şatafatlı olsun olacaksa; bugün yılbaşı," dedi içinden. Yatak odasına yöneldi. Küçük komodinin alt çekmecesini açtı. Babadan kalma Kırıkkale beyaz patiska beze sarılı halde duruyordu yerinde, eline aldı. Hemen yanındaki küçük kesenin düğümünü çözüp içindeki mermileri bezin üzerine boşalttı. En yeni görünenini şarjöre yerleştirdi. Son kez salona döndü. Masanın üzerindeki uzaktan kumandayı aldı ve televizyonun sesini sonuna kadar açtı. Çorabı ambalajından çıkardı, gergin olmasına özen göstererek başına geçirdi. Daha ilk andan yüzünü sıkmaya başlamıştı bile, ki bu en azından Duygu için iyi bir haber sayılırdı, etrafa bir şey sıçraması olasılığı yok denecek kadar azdı herhalde. Bir taraftan da “iyi malmış aslında,” diye geçiriyordu içinden, “sipariş verseymişim satılırmış...”
Yere oturdu. Sağ elini hemen solundaki televizyonun elektrik kablosuna doladı. Fişin prizdeki gevşekliğini ve kablonun gerginliğini kontrol etti. Sol eliyle silâhı kavradı. Namlunun ucunu kulağının hemen üstüne yerleştirdi ve bekledi... En uygun ânı bekledi. Nihayet. Dışarıda patlayan havai fişeklerin gürültüsü, televizyondan gelen kutlama ve cümbüş seslerine karışıyordu. Tam zamanıydı. Yeni yıl. İlk ve son anları. Ufaklığın, köşe sehpanın üzerinde duran resmine baktı, sessizce “mutlu yıllar Nazlı,” dedi.
Üç aşağı beş yukarı aynı dakikalarda Duygu, Metin’in mutfak bankosunun üzerinde bıraktığı telefonuna ulaşmaya çalışıyordu. Cihaz dört-beş kez çaldıktan sonra telesekreter devreye girdi ve bildik şeyleri söyledi: “... Lütfen sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakınız...” Birkaç saniye içinde geldi sinyal sesi ve konuşmaya başladı Duygu, kesik cümlelerle.
“Metin, benim Duygu... Son üç saattir seninle geçirdiğim yılbaşlarını düşünüyorum... Hiçbiri mutlu ve huzurlu değildi biliyor musun? Hep bir tatsızlık ve tartışma olurdu. Hatırlıyorsun değil mi?" Duraksadı, sesi titriyordu. "Ve sayende bu yılbaşını da huzursuz geçiriyorum. Üç saat önce aradın ve bütün akşamımı altüst ettin...” Yeniden durdu, derin bir nefes alıp bıraktı. “Ama iyi ki de ettin!” Belli ki gülümsüyordu bunu söylerken. “Bak, muhtemelen uyuyorsundur. Sadece bil diye söylüyorum, birazdan ben de uyuyacağım. Belki...” Sustu yine. “Belki yarın bir şeyler yaparız ha? Evi özledim. Gelirim ve kahvaltı yaparız belki. Tabii ilk birkaç saat dağınıklığını toparlamakla geçer önce.” Güldü. “Yok, şaka, fazla dağıtmamışsındır eminim. Mutlu yıllar sevgilim...”
Metin, tam tetiğe dokunmak üzereyken duydu sesi. Kapı çalınıyordu, adeta kesintisiz bir şekilde hem de. Yüksek sesten rahatsız olan komşulardan biriydi belki de, biraz daha dayansalar sonsuza dek susacaktı ses oysa ki. Epeyce bekledi. Zil ısrarlı bir şekilde çalmaya devam ediyordu, bitecek gibi değildi. Çorabı başından çıkarıp, kanepenin altına fırlattı. Ayağa kalktı ve televizyonun sesini kıstı. Sonra alttaki dolabı açıp, silâhı rafın dibine sürdü. Yavaş adımlarla kapıya doğru yürüdü...
Açtığında karşısında Burcu duruyordu. Gülümseyerek elindeki şişeyi Metin'in yüzüne doğru bir kaldırıp, bir indiriyor ve görünüşe göre bunu yaparken hayli eğleniyordu. Hemen arkasında nerdeyse kapının genişliği kadar büyük bir arka fon oluşturmuş halde bekleyen Aysu vardı. Her ikisi de hayli sabırsız ama sevimli görünüyorlardı. Kısa bir süre öylece baktılar birbirlerine. Sonunda Burcu girdi söze.
“Düşündük de,” dedi gülerek, “birkaç çorap daha fena olmaz gibi geldi sanki. Teklif hâlâ geçerli, değil mi?”
Metin, gülümsedi. Girmeleri için kenara çekildi.
![]() |
| Tom Waits - Reeperbahn (2002) |
![]() |
| Sonny Boy Williamson - Nine Below Zero (1954) |



































